Anayasa Mahkemesi (“AYM”), acele kamulaştırma kararına karşı açılan iptal davası henüz karara bağlanmadan idarenin açmış olduğu bedel tespiti ve tescil davalarının karara bağlanarak başvurucuların mülkten yoksun bırakılmasını mülkiyet hakkının ihlali saydı. Uyuşmazlığa konu somut olayda, İzmir’de yapılacak elektrik santralinin inşası için başvuruculara ait taşınmazların acele olarak kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Bu işleme karşı Danıştay nezdinde açılan dava her ne kadar kabul edilse de kabul kararı verilene kadar idarenin adli yargıda açmış olduğu bedel tespiti ve tescil davasının başvurucular aleyhine sonuçlanması ve iptal kararının adli yargı kararından sonra gelmesi başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal etmiştir. Acele kamulaştırma işlemlerine karşı idari yargıda açılan davalar ile buna paralel olarak yürüyen adli yargıdaki bedel tespiti ve tescil davalarının birbirlerinden bağımsız yürümesinin yapısal bir sorun olduğunu vurgulayan AYM, bu konuda bir düzenleme yapılması için ihlal kararının TBMM’ye bildirilmesine karar vermiştir. (AYM’nin 03.01.2024 tarihli ve 32418 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 25.10.2023 tarihli ve 2019/2890 Başvuru Numaralı Kararı)
Karara konu somut olay şu şekildedir: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (“EPDK”) tarafından 21.07.2011 tarihinde alınan karar ile İzmir’in Kiraz ve Beydağı ilçelerinde rüzgar enerjisine dayalı santral kurulmasına karar verilmiştir. EPDK tarafından söz konusu alanda santral kurulabilmesi için 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 19. maddesine göre kamu yararı kararı alınmış ve anılan karar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından 14.04.2014 tarihinde onaylanmıştır. Daha sonrasında Bakanlar Kurulu tarafından 16.05.2014 tarihinde santral yapımı amacıyla ihtiyaç duyulan ve aralarında başvurucuların da taşınmazlarının bulunduğu taşınmazlar hakkında 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu (“Kamulaştırma K.”) m. 27 uyarınca, acele usulle kamulaştırma kararı verilmiştir. Maliye Hazinesi (“Hazine”) tarafından 19.11.2014 tarihinde başvurucuların taşınmazları hakkında acele elkoyma kararları verilmesi talebiyle davalar açılmış ve mahkemeler 2014 yılı Aralık ve 2015 yılı Ocak ayı içinde taşınmazlara acele el konulmasına karar vermiştir.
Başvurucular 30.01.2015 tarihinde, malikleri oldukları taşınmazların santral yapımı amacıyla Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından Kamulaştırma K. m. 27 hükmüne göre acele kamulaştırılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının, Maliye Bakanlığı’nın kamulaştırma kararının ve EPDK’nın kamu yaran kararının iptali talebiyle idari yargıda dava açmışlardır. Danıştay 6. Dairesi öncelikle iki defa başvurucuların yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar vermiş, nihai olarak da 22.02.2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı temyiz yoluna gidilmiş ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (“İDDK”) temyiz taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiş, Danıştay 6. Dairesi kararının acele kamulaştırmaya ilişkin Bakanlar Kurulu karan yönünden bozulmasına ve söz konusu Bakanlar Kurulu kararının iptaline, Maliye Bakanlığının kamulaştırma kararının ve EPDK’nın kamu yararı kararı yönünden ise kararın onanmasına kesin olarak karar vermiştir. İDDK kararında, alanda santral kurulacak olmasının tek başına acele kamulaştırma yapılması için yeterli olmadığına, acele kamulaştırma açısından kamu yararının yeterince ortaya konulmadığına değinmiştir.
Başvurucular bu karar üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucuların temel iddiaları ise şu şekildedir: Başvurucular tek geçim kaynakları olan ve tarımsal faaliyette kullandıkları arazilerin imar planlarının orman ve tarım arazisi şeklinde belirlendiğini, kamulaştırma işlemlerinde fayda ve maliyet dengesinin gözetilmediğini ve verimli tarım alanlarının santral kurulması amacına özgülenmesindeki kamu yararı amacının ortaya konulmadığını öne sürmüşlerdir. Başvurucular, Danıştay 6. Dairesi nezdinde açmış oldukları iptal davasında yürütmenin durdurulması taleplerinin yaklaşık 10 ay boyunca karara bağlanmadığını ve bu esnada, Asliye Hukuk Mahkemeleri’nde devam eden tescil ve bedel tespiti istemli davaların karara bağlanarak kesinleştiğini de belirtmişlerdir. Son olarak, kamu yararı, kamulaştırma ve acele kamulaştırma kararlarının bağlı işlem niteliğinde olduğunu ve bu zincirin halkalarının birinde meydana gelen hukuka aykırılığın diğer işlemleri de hukuka aykırı kılacağı halde İDDK tarafından kamu yararı ve kamulaştırma kararlarının iptal edilmemesinin hak ihlali olduğu öne sürülmüştür.
Uyuşmazlığı değerlendirmeye geçmeden önce AYM, ilgili mevzuata ve yargı kararlarına yer vermiştir. Konuya ilişkin Danıştay kararlarında genel olarak acele kamulaştırma işleminin; olağanüstü durumlarda gerçekleşebileceği, kamu yararı ve kamu düzeninin korunması şartına riayet edilerek yapılması gerektiği ve kamu yararı kavramının açıkça ve somut bir şekilde ortaya konulması gerektiğine yer verilmiştir. Öte yandan AYM, konuyla ilgili Yargıtay kararlarını da açıklamıştır. AYM’nin değindiği Yargıtay kararlarının ortak özellikleri, idarelerce alınan kamulaştırma kararlarının idari yargı mercilerince iptal edilmesi halinde kamulaştırmaya konu arazilerin idareye tescilinin sebepten yoksun hale geleceğini hükme bağlamalarıdır.
Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlığı incelemeye geçen AYM uyuşmazlığı, mülkiyet hakkı ekseninde değerlendirmiştir. Somut olayda RES Projesi kapsamında EPDK tarafından verilen lisansa istinaden kamu yararı kararı alınmıştır. Bu kapsamda Maliye Bakanlığı taşınmazların kamulaştırılmasına karar vermiş ve Bakanlar Kurulunca taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma usulü uygulanmıştır. Buna paralel olarak Hazine tarafından taşınmazlara el konulmasına karar verilmiş. Başvurucular; kamu yararı, kamulaştırma ve acele kamulaştırma kararlarının iptali talebiyle idari yargıda iptal talepli davalar açmışlardır. Başvurucular idari yargıdaki davalar derdest iken, Hazine’nin açmış olduğu bedel tespiti ve tescil davalarında idari yargıdaki davaların bekletici mesele yapılması talebinde bulunmuş ancak yürütmenin durdurulması kararının ibraz edilmediği gerekçesiyle Asliye Hukuk Mahkemeleri bu talepleri reddetmişlerdir. Bedel tespiti ve tescil davalarının kabulüne karar verilmesinden daha sonra İDDK, acele kamulaştırma usulünün uygun olmadığına karar vermiştir.
Daha sonrasında AYM, acele kamulaştırma usulünün istisnai bir uygulama olduğunu vurgulamış ve ancak olağan dışı şartların varlığı halinde başvurulabileceğini hatırlatmıştır. Dolayısıyla acele kamulaştırmayı tercih eden idareler, olağan usulde kamulaştırma yoluna başvurulmasının neden yetersiz kalacağını ve olağan usulde kamulaştırma yapı1ması halinde ne şekilde zararların meydana geleceğini ortaya koymalıdır. Ayrıca kamu makamlarının verdiği bu kararların gecikmeye mahal verilmeksizin ve etkili bir şekilde yargı eliyle denetlenmesi hukuk devleti ilkesi ilkesi ışığında mülkiyet hakkının korunmasının gereğidir.
Uygulamada, acele kamulaştırma usulüne ve bu süreçte alınan kararlara karşı idari yargıda dava açılacağı buna karşılık, acele kamulaştırma kararı sonrasında bedel tespiti ve tescil istemli davaların adli yargıda görüleceği sabittir. Uygulamada benzer dönemde görülmeye başlayan bu davalardan bedel tespiti ve tescil davalarının bazen idari yargıda devam eden iptal davalarından önce sonuçlanabildiği görülmektedir. Bedel tespiti ve tescil davasında tescile ilişkin hükmün kesin olduğundan taşınmazlar idareler adına tescil edilmekte ve bu tarihten sonra malikler lehine idari yargıda verilen kararlar ise çeşitli hukuki sorunları beraberinde getirmektedir. Malikler kamulaştırma sonucunda mülkten yoksun bırakılmakta veya taşınmazların yeniden adlarına tescili için ayrı bir dava açmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu sorunu fark eden kanun koyucu, Kamulaştırma K. m. 10/14 hükmünde düzenleme yapmıştır. Düzenlemeye göre, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek buna göre işlem yapılacağı hükme bağlanmıştır. Buna rağmen, adli yargının idari yargıdaki davayı bekletici mesele yapmasının idari yargıda yürütmenin durdurulması karan verilmesine bağlı tutulması denetimin etkililiği yönünden yeterli bir güvence taşımamaktadır. Söz gelimi, yürütmenin durdurulması talebi reddedildiği halde davanın ilerleyen aşamasında esastan iptal kararı verilmesi durumunda anılan denetim mekanizması işlevsiz kalmaktadır. Kaldı ki son dönemlerde, adli yargı mercilerinin yürütmenin durdurulması kararlarını dar yorumladığı ve sadece kamulaştırma işlemi yönünden verilen yürütmenin durdurulması kararlarına istinaden bekletici mesele kararı verdiği görülmektedir. Bu durum, korumanın daha da etkisizleşmesi sonucunu doğurmaktadır.
Somut olayda da adli yargı mahkemeleri 2014 yılı Aralık ve 2015 yılı Ocak ayı içinde taşınmazlara acele el konulmasına karar vermiş ve bu tarihten sonra taşınmazların idare tarafından fiilen kullanılmaya başlandığı değerlendirilmiştir. İdari yargıda görülen davada başvurucuların yürütmenin durdurulması talepleri uygun görülmemiş ancak nihai olarak acele usulde kamulaştırma kararı yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. Dolayısıyla idarelerin taşınmazları fiilen kullanmaya başladığı 2014 yılı Aralık ve 2015 yılı Ocak aylarından itibaren iptal kararının verildiği 2017 yılı Mart ayına kadar geçen iki yıllık sürede başvurucuların, mülkiyet hakkının sağladığı korumadan faydalandırılmadığı tespit edilmiştir. İdari yargıda verilen iptal kararının da taşınmazların adli yargı makamlarınca idare lehine tesciline karar verilmesi nedeniyle etkisizleştiğine vurgu yapılmış ve başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiğine kanaat getirilmiştir.
Kararın ihlalin giderimini düzenleyen hüküm fıkrası ise yapısal bir soruna değinmesi açısından önem arz etmektedir. AYM, adli ve idari yargıdaki dava süreçlerinin birbirlerine paralel yürütülmemesini, idari yargı mercilerince verilen iptal kararlarının etkisizleştirmesi yönünden eleştiri konusu yapmıştır. AYM, idari yargıdaki iptal davalarının daha hızlı karara bağlanması açısından yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini ve adli yargı mercilerinin de idari yargı mercilerinden önce bedel tespiti ve tescil davalarını karara bağlamaması gerektiğini, TBMM’ye bildirmeye karar vermiş ve bu konuda yeni bir kanuni düzenleme yapılması gerektiğinin de altını çizmiştir.
Hazırlayan:
Av. Doğa Can Altınözlü