Anayasa Mahkemesi (“AYM”), alacağın geç ödenmesi nedeniyle enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı durumlarda açılan munzam zarar davaları yönünden önemli bir karara imza attı. AYM, munzam zarar davaları yönünden yerleşik bir içtihat bulunmadığından bahisle bu davaların etkili bir başvuru yolu olmadığına karar verdi. Ayrıca bu durumun, gereken yapısal sorunların kanuni düzenleme ile çözülmesi amacıyla TBMM’ye bildirilmesine ve benzer nitelikteki bireysel başvuruların incelenmesinin ertelenmesine karar verildi. (AYM’nin 29.09.2025 tarihli ve 33032 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 08.07.2025 tarihli ve 2024/41763 başvuru numaralı kararı)
Karara konu somut olay şu şekildedir:
Başvurucu, T. Bankası A.Ş. (“Banka”) aleyhine 09.11.2010 tarihinde icra takibi başlatmıştır. Bankanın yaptığı itiraz üzerine başvurucu, itirazın iptali ve asıl alacağa ticari faiz işletilmesi talebiyle dava açmıştır. Davada özet ityibariyle, dava dışı B. Konut lnş. Taah. Tic. A.Ş’nin (“Şirket”) inşa etmeyi taahhüt ettiği konutu satın almak üzere Bankadan konut finansman kredisi kullanıldığı, Şirkete 20.000 TL ve Bankaya da 28.854 TL ödeme yapıldığı, konutun teslim edilmeyeceğinin anlaşılması üzerine dava dışı Şirkete ve Bankaya yapılan tüm ödemelerden Banka’nın müteselsilen sorumlu olduğu ileri sürülmüştür.
İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi 30.01.2020 tarihinde, dava dışı Şirketin bu krediye kefil olması ve kredinin bağlı kredi olması nedeniyle Şirket ile Bankanın tüketici olan başvurucuya karşı müteselsilen sorumlu oldukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının itirazının iptaline, asıl alacağa takip tarihinden borç tamamen ödeninceye kadar işleyecek yıllık %9 temerrüt faizi uygulanmak suretiyle devamına karar vermiştir.
Davanın sonuçlanması sonrasında 19.06.2020 tarihli icra dosyası kapak hesabında faizin 42.667,61 TL olduğu belirtilmiştir. Banka tarafından 02.07.2020 tarihinde toplam 119.114,76 TL icra dosyasına yatırılmış ve borç ödenmiştir.
Borç ödendikten sonra ise, huzurdaki AYM kararına konu munzam zarar davası süreci başlamıştır. Başvurucu 17.12.2020 tarihinde Banka aleyhine İstanbul 10. Tüketici Mahkemesi’nde dava açmıştır. Açılan davada, başvurucu lehine hükmedilen icra inkar tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama gideri toplamı 17.028 TL dahil olmak üzere toplamda 119.114,76 TL tahsil edilmesine rağmen asıl alacak ve faiz bedeli toplamının ödeme tarihinde yaklaşık 92.822,60 TL olduğunu ve alacağının faizi aşan şekilde değer kaybına uğradığı öne sürülmüş ve Türk Borçlar Kanunu m. 122 uyarınca munzam zarara karşılık şimdilik 100.000 TL’nin ödenmesi talep edilmiştir.
Munzam zarar davası İstanbul 10. Tüketici Mahkemesi kararı ile reddedilmiştir. Mahkeme özetle, munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusurun borçlunun temerrüde düşmedeki kusuru olduğu, davalı Bankanın temerrüde düşmedeki kusurundan ve munzam zarar şartlarının oluştuğundan bahsedilemeyeceğini ifade etmiştir.
Bu karara karşı yapılan istinaf ve temyiz başvurusu neticesinde ise yüksek mahkemeler, ilk derece mahkemesi gerekçesinden farklı bir gerekçe ile davanın reddine karar vermişlerdir. Yüksek mahkemeler özetle, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına da atıf yaparak, munzam zararın ülkedeki genel ekonomik şartlar, enflasyon oranı veya döviz kurundaki dalgalanmalar gibi soyut şartlar ile ispat edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Başka bir deyişle, salt paranın alım gücündeki azalmanın munzam zararın ispatında yeterli olmayacağı bunun yerine davacının geç ödeme neticesinde uğramış olduğu zararları doğuran vakıaların ispat edilmesi gerektiği karara bağlanmıştır.
Bu karar üzerine başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu özetle, yaklaşık on yıllık süreçte döviz ve altın fiyatlarının önemli oranda yükseldiğini, uyuşmazlığın makul bir süreyi aşar şekilde çözümlenmesi sonucunda borcun geç ödenmesi nedeniyle temerrüt faizini aşan zararının bulunduğunu, benzer davalarda uygulanan ispat kriterlerinin uygulanmadığını ve katı bir yöntem benimsendiğini, AYM’nin benzer kararlarında belirtilen ilkelere aykırı bir yargılama yapıldığını ve devletin mülkiyetin korunmasına ilişkin yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirterek eşitlik ilkesi, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Uyuşmazlığı inceleyen AYM, öncelikle munzam zarar davalarına ilişkin Yargıtay içtihatlarını ortaya koymuştur. Yargıtay’ın bazı içtihatlarında, TBK m. 122’de düzenlenen munzam zarar davalarının kabul edilebilmesi için zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiği karara bağlanmaktadır. Özellikle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.03.2022 tarihli ve E.2021/11-938, K.2022 /401 sayılı güncel kararı da bu yönde olduğu için mahkemeler, bu yöndeki içtihatları uygulamaktadır.
Buna karşılık Yargıtay’ın özellikle daha eski tarihli içtihatlarında, ülkede yaşanan ekonomik olumsuzlukların herkesçe bilinen vakıalar olduğundan bahisle alacaklının sadece borçlunun geç ödeme yapmasından dolayı alacağının değer kaybına uğradığını ispat etmesi yeterlidir. Özellikle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.1999 tarihli ve E.1998/13-353, K.1999 /929 sayılı kararı bu yönde olmakla beraber güncel olarak da Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin E. 2023/1766, K.2024/4097 ve E. 2024/3534, K.2025/15 sayılı kararları bu yöndedir.
Bu açıklamalardan sonra AYM, uyuşmazlığın esasını değerlendirmeye geçmiştir. AYM; başvurucunun şikayetinin özünün, yargılama sonunda faiziyle ödenen bedelin enflasyon nedeniyle meydana gelen değer kaybını karşılamadığına ve bu zararın karşılanması maksadıyla açtığı munzam zarar davasında ise enflasyon olgusunun davanın ispatı için yeterli görülmeyerek davanın reddedilmesine ilişkin olduğunu vurgulamıştır. Daha sonrasında uyuşmazlığın, mülkiyet hakkı ve etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesine karar verilmiştir.
AYM uyuşmazlığın esasını incelerken enflasyon oranlarına ve faiz oranlarına yer vermiştir. Her iki tablonun kıyaslanması neticesinde de faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığı, bu nedenle başvurucunun, borçlunun borcunu vadesinde ifa etme yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklı olarak geç kavuştuğu alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı tespit edilmiştir.
Bu değer kaybının giderilmesi için de TBK m. 122’de düzenlenen munzam zarar davasının yegane yöntem olduğu vurgulanmıştır. Buna karşılık AYM, söz konusu dava yolunun etkili bir başvuru yolu olup olmadığını da değerlendirmeye açmıştır. Özellikle özel hukuk tüzel kişileri arasındaki borç ilişkileri yönünden, munzam zarar davalarında yerleşik bir içtihat birliğinin bulunmaması, munzam zarar davalarını etkili bir hukuk yolu olmaktan çıkarmaktadır. Başka bir deyişle munzam zarar davasının alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediği görülmüştür.
AYM buradan hareketle pilot karar usulünü uygulamış ve enflasyonun alacağı değer aşımına uğrattığı durumlarda mülkiyet hakkının korunması için etkili bir başvuru yolu tesis edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Sonuç olarak bu durumun, gereken kanuni düzenlemenin yapılması için TBMM’ye bildirilmesine karar verilmiştir. Ayrıca munzam zarar davaları başta olmak üzere, alacağın değer kaybına uğramasından kaynaklı zararların tazmini talepli bireysel başvuruların incelenmesinin de ertelenmesine karar verilmiştir.
30.09.2025
Hazırlayan:
Av. Doğa Can Altınözlü